• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • https://twitter.com/rumelibalkanfed

                      
RUMELİ BALKAN DERNEKLERİ FEDERASYONU

AVRUPA’NIN GELECEĞİ FARKLI VE RENKLİ OLACAK…

AVRUPA’NIN GELECEĞİ FARKLI VE RENKLİ OLACAK…

Avrupa´da yabancıların sayısı toplam nüfusun yüzde 8´i; Yani 40 milyondan fazla…

Bildiğimiz bütün kalıpların kırıldığı, tanıdığımız bütün çerçevelerin anlam kaymasına uğradığı bir dönemdeyiz. Alışkanlıklar, gelenekler ve doğal olarak yaşam biçimleri ve beklentiler değişiyor. Avrupa’nın bu süreci hasarsız ve değişimsiz atlatması olasılığı elbette yoktu. Avrupa da değişiyor. Avrupa’nın yarısı bunun farkında, yarısı ise bu farkındalığın çok uzağında…

Kriz zamanları dünyanın her yerinde zor geçer. Avrupa’da da öyle oluyor. Ama unutmamak gerekiyor ki, her dönem önceki dönemlerin toplamıdır. Her dönem önceki dönemlerin sonucudur. Bu nedenle her zaman her dönemi hem sonuç olması nedeniyle hem de başlangıç olması özelliği ile değerlendirmek gerekir. Avrupa bu ince ayrıntıyı her zaman ihmal etti. Bu ihmal Avrupa’da sosyal yaşamda iklimi daima olumsuz etkiledi.

Örneğin 90’lı ve 2000’li yıllarda Avrupa’da en popüler sosyal kimliklerin başında “Türkleri sevmemek” geliyordu. O yıllarda Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkileri Osmanlı İmparatorluğu’nun Viyana’yı kuşatması ile kıyaslanıyordu. Bütün Avrupa’nın “Türkleşeceği” iddia ediliyordu. On milyonlarca Türkün, hatta bütün Türkiye’nin Avrupa’ya göçmen olarak gideceği savunuluyordu. Hâlbuki bunlar doğru değildi, bu iddialarda bulunmak adil de değildi. Ama ucuz siyaset, seçim dönemlerinin kendine has psikolojik iklimi ve manşetler diplomasisi Avrupa’nın önemli bir kısmına iyi geldi. Yerel seçimlerde kasabalarda bile “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik adaylığı” konusu ele alındı...

Kendi seçim bölgesinde zorlanan Avrupalı siyasetçiler Türkiye’ye gelip miting düzenledi, basın toplantısı yaptı, gösterilere ve yürüyüşlere katıldı. Türkiye hem Avrupa Birliği’ne girmek istediği için hem de Avrupa Birliği’ne girmek için gereken reformları aksattığı için eleştirildi! Geçen zaman herhalde bu yöntemi, onu siyaset için kullananlara da gülünç gösterdi ki, vazgeçildi. Ama bu süreçte meydana gelen hasar hala çok etkili; O yıllarda yetişen bütün nesiller bu ağır politik baskıyı yaşayarak büyüdü. Zihinlerde imajlar buna göre belirlendi, şekillendi. Herkesin kişiliğinin -istisnalar hariç- on dört yaşında son halini aldığı düşünülürse, söz konusu etkinin ne derecede önemli olduğu daha iyi anlaşılır!

Avrupa’da bu süreç ile kısmen iç içe ve kısmen ayrı biçimde, 2000’li yıllarda -özellikle 9/11 saldırılarının da etkisiyle- İslam karşıtlığını geliştirdi. Avrupa’da bu dönemde yabancılara karşı işlenen suçlar ve fiziksel saldırılar arttı. Aynı dönem Avrupa’da Müslümanlara ve Müslüman gibi görünenlere karşı ayrımcılığın ve dışlamacılığın en yüksek düzeye çıktığı dönemdi. Avrupa’da bu dönemde farklılıklara karşı tepki büyüdü. Farklı olanlara karşı bir sosyal linç yönelimi gelişti. Bu tercihler, bilinçli veya bilinçsiz politikalar kimlikleri hedef alan linç girişimlerine dönüştü. Her nedense ve her nasılsa, ABD’deki seçimlerin ardından George W. Bush’un çalışma masasını Barack Hussein Obama’ya devretmesiyle beraber, bu “bilinçli cahil tercihler” neredeyse bir gecede son buldu. Ama hasarı halen devam ediyor.

Fakat yine de olumsuz enerji son bulmadı. Çünkü yaşlı kıta başlayan küresel mali kriz ile beraber, karşı karşıya kaldığı borçlar kriziyle, devlet iflaslarıyla sarsılınca yine aynı sosyopolitik tutum tetiklendi. Öfke ve nefret yine arttı. Belki de Avrupa’nın önemsenmesi gereken büyüklükteki bir bölümü, bir süre çeşitli nedenlerle çeşitli kimselere öfke duyarken, bir süre sonra öfke duymaya alıştı ve öfke duymayı sevdi. Tıpkı beraber olduğu kişiye değil de, âşık olma fikrine tutkuyla bağlanan insanlar gibi.

Avrupa’da kriz şartlarında işsizlik oranında artış var. Ayrıca yaşam standartları ve refah düzeyi Avrupa’nın pek çok ülkesine olumsuz yönde değişiyor. Gençler arasındaki işsizlik oranındaki dehşet verici rakamlar, Avrupa’nın gelecek nesilleri için alarm veriyor. Gençler daha az eğitim, daha az sosyal hizmet, daha az sağlık ve daha düşük yaşam standardı tarafından tehdit ediliyor. Hâlihazırda Avrupa’da tüketim imkânlarının da azalmasının etkisiyle, doğum sayısı daha da düşüyor. Eğer bu kritik süreçte bir değişim sağlanamazsa, Avrupa’da demografik ritim ciddi anlamda bozulabilir, geriye dönüşü olmayan tehlikeli yeni bir süreci başlatabilir. Bundan gerçekten korkmak gerekir.

“Polonyalı muslukçu” klişesi ile görülen bakış açısı çok kötü ihtimalleri akla getiriyor. Tıpkı Yunanistan’da Bangladeşli tarım işçilerine ateş açılması gibi, tıpkı bazı Avrupa şehirlerinde yabancılara iş vermeme eğiliminin gelişmesi gibi…

Bugün Avrupa Birliği’nde Doğu Avrupa’dan ve Balkanlar’dan gelenler tehdit… Çünkü onlar ucuz iş gücü… Güney Avrupa’dakiler ise, örneğin İspanyollar, Portekizliler, Yunanlar, Kıbrıslılar ve İtalyanlar, tembel, müflis… Onlar Avrupa’nın parasını tüketiyorlar… Komşu coğrafyalar ise tehlikeli… Çünkü oralardan kaçak göçmenler, sığınmacılar gelebilir. Müslümanlar ise zaten her zaman kötü…

Son derecede sağlıksız bir süreç yaşanıyor. Çünkü hangi neden ve gerekçeye dayanırsa dayansın, bu yönelim, kötü bir fikri tercihi destekliyor. Bölgesel ve kıtasal mentalite, “çatışma kültürünü” ve “birine öfkeli olmayı” temel prensip olarak dayatıyor. Hem genç nesiller için hem de kendisine toplumda statü ve kabul arayan herkes için, düzgün, uyumlu ve iyi bir insan olmak için gereken özellikler bu olumsuzlukları da kapsamaya başladı.

Avrupa’da son birkaç on yıllık zaman dilimi “Turkomani” ve “İslamofobia” ile geçti. Bu kavramlar, geçen yılları en doğru özetleyen kavramlar oldu. Ama şimdi Avrupa’da “borçlar krizi” ile beraber yeni ve belki de hepsinden daha tehlikeli bir kavram var; “ekonomik faşizm”…

Avrupa’da kriz giderek büyüyor. Bütün resmi açıklamalar topluma iyimserlik aşılamaya çalışıyor, ama her istatistikten sonra toplumun sadece hayal kırıklığı daha büyük hale geliyor. Gerekçi olmak gerekirse, hayal kırıklığına uğrayanların durumu, başarısız siyasetçilere de çok konforlu bir hareket serbestisi sağlıyor. Daha önce Avrupalılar Avrupa Anayasası’nı referandumla ret ettiği zaman, başarısız olan politikacılar, konuyu “Türkiye’nin Birliğe adaylığı ile ilgili tepkiye” bağlamışlardı… Şimdi de hayal kırıklığı yaşayan Avrupalıların yabancıları “kendi ekmeklerini ellerinden alanlar” olarak görmesi, yine başarısız siyasetçiler için kutlanması gereken bir durum.

Muhakkak bir gün mutsuz ve işsiz Avrupalı içinde hissettiği öfkenin nedeninin Türkler, Müslümanlar, Polonyalılar, Nijeryalılar, Araplar ve hatta Birliğin güneyli üyeleri olmadığını fark edecek. Ama daha çok zaman var. Avrupa Birliği neo liberalizmde ısrar ettikçe, bütün kıtayı bankaların yöneticilerinin konfor tutkusuna feda etmeyi sürdürdükçe, özetle Avro tedavülde olduğu müddetçe her şey kötüye gitmeye devam edecek…

Ekonomik faşizm Avrupa’da büyüyor. Yabancılara daha az iş veriliyor. Avrupa’da hemen her yerde yabancılar arasındaki işsizlik, genel işsizlik oranından daha yüksek. Muhtemelen “artık yabancı olmayan, ama yabancı kökenli Avrupalılar” da giderek daha zor iş buluyor ve ayrımcılığa maruz kalıyor. Çeşitli istatistiklere göre, Avrupa genelinde 2012 yılı sonu itibariyle işsizlik oranı yüzde 11,8 iken yabancı uyruklularda bu rakam yüzde 17,9´a çıkıyor.

Bu süreçte “yabancıya iş verme” psikolojisinin devamı, “yabancıdan alışveriş yapma” ve “yabancı mal alma” olur. Tarihte bu daha önce de yaşandı ve hiç iyi olmadı. Çünkü ayrımcılık ve dışlamacılık başladığı zaman, ötekileştirmenin meşrulaşması ile beraber gelişen yeni sosyal ve siyasi iklim her zaman daha fazlasına imkân tanır. Ötekileştirme olağanlaştığı zaman, risk daha hızlı büyümeye başlar.

Sabah Gazetesi’nin haberine göre, Avrupa genelinde yerel halk ile yabancılar arasındaki işsizlik farkında en yüksek rakam yüzde 26,3 ile Norveç´te. Bu ülkeyi yüzde 25,8 ile Macaristan takip ediyor. Üçüncü sırada ise yüzde 14,3 ile Almanya yer alıyor. Bu rakamların büyüklüğü kesinlikle hesap hatasından veya olağanlıktan kaynaklanmıyor; Bir ayrım olduğunu bize gösteriyor.

Fakat bu süreçte “Avrupa’nın yerlileri ve kökeni de Avrupa’nın yerlisi olanlar” dışlamaya zorlanırken, “Avrupa’daki yabancılar ve yabancı kökenliler” de dışlanmış olmaya zorlanıyor. Bu olumsuz şartlar tarafların birlikte yaşama kararlılığına ve beraber varolma çabalarına kesinlikle zarar veriyor. Her iki tarafta da yetişen alt kültürler ve meydana gelen topluluklar -özellikle kriz şartlarında- toplumda ve siyasette, uç kesimlerin öfkeden, tepkiden, dışlamadan, ötekileştirmeden ve karşılıklı karşıtlıktan daha güçlü biçimde beslenmesi sonucunu doğuruyor.

Hâlbuki bu vahim durum çok kötü ve kronik bir gelecek için haberci olabilir. Avrupa’da 40 milyondan fazla “yabancı” var. 40 milyonluk bir kesim kesinlikle göz ardı edilebilir bir kitle olamaz. Söz konusu kesimin -bilindiği gibi- görece yüksek doğurganlık oranı bulunması, yakın gelecekte, oranın %8’den kesinlikle daha yukarıya çıkacak. O halde yabancıların ve yabancı kökenlilerin önemi daha da artacak. İş hayatında da, sosyal hayatta da, her sahada… Ama her şeyden önce bunun ilk emaresi seçimlerde görülecek ve görülmeye de başladı.

Bir zamanlar imkânsız gibi görüldüğü halde, bugün Avrupa Birliği ülkelerinde yabancı kökenli, hatta başka bir ülkede başka bir tabiyette doğmuş siyasetçiler ve bakanlar var. Nazikçe “göçmen kökenli politikacılar” diye tanımlanan bu isimler, Avrupa’nın hızla çokkültürlülüğe doğru gittiğini gösteriyor. Almanya’da 1990’lı yılların ortalarında Cem Özdemir Federal Meclis´e girmeyi başaran ilk “göçmen kökenli siyasetçi” olduğunda bu herkes için şaşırtıcıydı. Ama bugün Almanya’da toplam kaç “göçmen kökenli siyasetçi” olduğunu tam olarak hesaplamak dahi zor.

DW’nin bildirdiğine göre Almanya’da 2009 yılı verileri itibariyle 5,6 milyon “göçmen kökenli seçmen” var. Herhalde “göçmen kökenli seçmenler” ötekileştirme, dışlanma ve aşağılanma görmeye devam ederlerse, diğer bir deyişle sistemin ve ülkenin onlara sahip çıkmamasından doğan küskünlüklerini aşamazlarsa, sadece “göçmen kökenli siyasetçilere” oy verirler. Elbette bu durum sadece Almanya için değil, bütün Avrupa ülkeleri için geçerli.

Sürecin devamının daha zorlu ve daha sorunlu olacağı neredeyse kesin gibi. Avrupa’nın geleceğinde muhakkak “yabancıların” yeri olacak. Üstelik bu yer kesinlikle bugünkünden daha büyük olacak. Çünkü Avrupa’nın geleceğinde daha fazla yabancı olacak.

O nedenle Avrupa’nın önündeki en önemli ödevler arasında Avrupa kimliğinin daha kapsayıcı hale getirilmesi de var. Elbette Brüksel’in ve diğerlerinin hepsinin “ödev” ve “öncelik” tanımlamaları bundan farklı olabilir. Nihayetinde Avrupa’da “sorun” ve “çözüm” tanımlamaları da her zaman farklı olmuştur. Ama Avrupa’da toplumlar Şampiyonlar Ligi’nde, milli takımlarda ve benzeri yerlerde -kendi tarafındaysa- yabancılardan ve “göçmen kökenli sporculardan” rahatsızlık duymuyorsa, toplum yaşamında da, ekonomide de, siyasette de rahatsızlık duymamalı. Avrupa’da gelecek yaklaşıyor. Artık kan politikalarının zamanı geçti.


http://www.diplomatikgozlem.com/TR/belge/1-9393/avrupanin-gelecegi-farkli-ve-renkli-olacak.html


1175 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın