RUMELİ BALKAN DERNEKLERİ FEDERASYONU
Süheyl ÇOBANOĞLU
suheylc@yahoo.com
ANALİZ – 2
25/04/2013 İki hafta önce başladığımız yazı dizimize gündemin önceliği ve yoğunluğu nedeniyle gecikmeli olarak bu hafta kaldığı yerden devam ediyoruz.İlk bölümde 1984’te başlıyan bölücü terörün küresel güçlerin çıkarlarının temini için bir tezgah olduğunu anlatmıştık. Bilindiği gibi Osmanlı Devleti, kuruluşu bakımından Türk, temel yasası bakımından Müslüman, sınırları içinde barındırdığı teba bakımından ise kozmopolit bir yapıya sahipti.[i][i] Türklerin Batıya olan ilerlemeleri karşısında yaşadıkları korku , ezilmişlik ve kıskançlıktan kaynaklanan kompleksleri nedeniyle oluşan “haçlı ruhu” neticesinde XIX.ncu yüzyıldan itibaren dünya siyasi literatürüne giren “Şark Meselesi” konusu doğrudan Türklerin Balkanlar ve Anadolu’daki varlığını hedef almıştır. “Avrupa Büyük Devletlerinin, Osmanlı İmparatorluğu’nu iktisadi ve siyasi nüfuz ve hükümleri altına almak veya sebepler ihdas ederek parçalamak ve Osmanlı idaresinde yaşayan muhtelif milletlerin istiklallerini temin etmek istemelerinden doğan tarihi meselelerin tümüne birden Şark Meselesi denir”[ii][ii] şeklinde tarif edilen bu kavram İslamiyeti temsil eden Türk Devleti ile Batı Devletlerinin meselesidir.[iii][iii] Balkanlardaki Hristiyanların Osmanlı hakimiyetinden kurtarılmaları için isyana teşvik ederek önce muhtariyetlerini, sonra bağımszılıklarını temin etmek amacıyla yürütülen “Şark Meselesi”, Hristiyanlar için reform istemek, Türkleri Balkanlardan atmak, İstanbul’u almak ve Anadolu’yu paylaşmak gibi gayelere sahipti.Şark Meselesi doğrultusunda gelişen politikalar, Osmanlı Millet Sisteminin XIX.ncu yüzyılda bozulmasına ve her cemaatin etnik temele dayalı bir milliyetçilik peşinde koşmasına sebep olacaktır. Balkanlarda Türk ve Müslüman varlığını soykırım yaparak etnik arındırmaya tabi tutan güçler bunun yanında Anadolu’yu da Türkler’den alabilmek için Osmanlı’nın doğu vilayetlerinde Ermenilerin yanında Kürt kökenli aşiretleri de kışkırtmaya başlamışlardı.Dolayısıyla Kürtçülük konusu bizzat emperyalist müdahaleyle oluşturulmuş yapay bir sorunu olarak karşımıza çıkacaktır.O dönemden beri küresel güçler Türk kimliğinin dışında bir Kürt kimliği yaratarak bağımsız bir Kürt devleti kurmak için bu konuyu sürekli olarak gündemde tutmaktadırlar. Türklere her zaman karşı olan Avrupalılar 16. Ve 17. Yüzyıllarda Papalığın organize ettiği Türk karşıtı koalisyonları kullanmış, bunu Rönesans, Reform ve Westphalia sonrası Avrupa İmparatorlukları ve daha sonra da Avrupa Birliğine devretmiştir. Klasik sömürgecilik döneminin ardından yeni dönemde “etnisite ve insan hakları” kavramı, doğrudan güç kullanımı yerine “ulus devletlere karşı kullanılan meşrulaştırılmış birer müdahele ve destabilizasyon aracı olarak” ön plana çıkmışlardır.Bu doğrultuda hedef ülkeler etnisitenin menfi yönde tahrikiyle sürekli olarak düşük yoğunluklu bir çatışma ve iç savaş ortamına çekilmişlerdir.Paylaşımı yeni sömürgecilik dönemine kalan Ortadoğu “etnisitenin bir müdahele aracı olarak” en ziyade kullanıldığı coğrafya olmuştur.Bu doğrultuda Kürtler, 19.yüzyıldan itibaren uluslararası ilişkilerde giderek artan bir ilgiye mazhar olmuşlar, sürekli tahrik edilen ayrılıkçı bir milliyetçilik akımıyla Ortadoğunun kanayan yarasına dönüşmüşlerdir.[iv][iv] Batılılar bölgede güçlü uygarlıklar yaratan Türk, Arap ve Fars toplumlarının dışında kendi denetimlerine tabi olabilecek yeni bir unsur arayışına girmişlerdir. Bu unsurları keşfedip yoktan varetmek için de araştırmacılar görevlendirmişlerdir.[v][v] Onlar da Siyasi Kürtçülüğe zemin teşkil etmesi veya bir Kürt kimliğinden bahsedilebilmesi için topluluklara bir menşey, bir tarih, bir dil, bir coğrafya kazandırılması gerektiği bilinciyle bölge halkı üzerinde yoğun bir çalışma yaparak bugünlere gelen yolu açmışlardır. Devlete ve siyasi otoriteye karşı yapılan isyan teşebbüslerinin ve terör eylemlerinin , yakın geçmişteki siyasi olayların veya sıkıyönetim uygulamalarının bir sonucuymuş gibi yapılan değerlendirmesinin yanlışlığının görebilmek için Osmanlı zamanında Kürt Beylerinin isyanlarını sadece isimleriyle hatırlayalım isterseniz. Bu isyanlardan belli başlıları 1806‘daki Abdurrahman Paşa‘nın Süleymaniye Bölgesi‘ndeki Baban Ayaklanması, 1833-1836 Mir Muhammed Ayaklanması, 1840 Bedirhan Bey Ayaklanması, 1855 Yezdan Şer Ayaklanması, 1877 Bedirhan Osman Paşa ve Kardeşi Hüseyin Kenan Paşa Ayaklanması, 1880 Şeyh Ubeydullah Ayaklanmasıdır.[1][1] Görüldüğü üzere ne sıkıyönetimle, ne Diyarbakır cezaeviyle ne de gelmiş geçmiş hükümetlerle ilgisi yoktur bunun.Sen ne yaparsan yap istediklerini alana kadar bu yaşanacaktı.Bugün çözüm süreci denilen konu bu taleplerin karşılanmasıyla devreye girmiştir.(Devam edecek)
Süheyl ÇOBANOĞLU |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
KADIN OLMAK ZOR - 08/03/2016 |
KADIN OLMAK ZOR |
Al Sana Soykırım - 01/03/2016 |
Al Sana Soykırım |
6-7 Eylül'ü biliriz de 29 OCAK'ı Neden Bilmeyiz - 29/01/2016 |
6-7 Eylül'ü biliriz de 29 OCAK'ı Neden Bilmeyiz |
KOPMAYACAĞIZ - 26/01/2016 |
KOPMAYACAĞIZ |
İSLAMI KUŞATAN FİTNE - 14/01/2016 |
İSLAMI KUŞATAN FİTNE |
DERDİNİZ NE ??? - 24/09/2015 |
DERDİNİZ NE ??? |
MEDENİYET DEDİĞİN... - 14/09/2015 |
MEDENİYET DEDİĞİN... |
HANİ KARDEŞTİK !!! - 14/09/2015 |
HANİ KARDEŞTİK !!! |
TOK, AÇIN HALİNDEN ANLAMAZMIŞ - 30/08/2015 |
TOK, AÇIN HALİNDEN ANLAMAZMIŞ |
Devamı |